MEDİNE VE MEKKE ZİYARET YERLERİ...!

MEDİNE ZİYARET YERLERİ...!

1. Medîne Şehri ve Medine Haremi

Medine, Mekke’den sonra müslümanlar için Allah Teâlâ’nın kutsal kıldığı ikinci bir kenttir. Hz. Peygamber 622 M. yılında Medine’ye hicret edince, Müslim gayri Müslim ayırımı yapmaksızın, Medine ve çevresinde yaşayan kabile toplulukları ile “Medîne Vesîkası” adı verilen birleştirici bir anayasa hazırlamıştı. Bu sosyal mukavelenin ardından Medine Site Devleti’nin sınırlarını da belirlemişti.

Medine şehrinin çevresinde de harem bölgesi vardır. Bu bölge kentin güney ve kuzeyinde Ayr dağı ile Sevr dağı arasındaki alanla, doğu ve batıdaki kara taşlık alanı içine alır. Hz. Peygamber’in “Medîne Ayr’dan Sevr’e kadar haremdir” hadisi ile “Rasûlullah (s.a.s) Medine’nin doğu ve batısındaki kara taşlık arasındaki alanları haram (kutsal) kıldı” hadisi bunun delilleridir.  Hz. Peygamber’in belirlediği bu Medine harem bölgesi 22 km. kadardır. Bu bölgenin merkezi Mescid-i Nebevî’dir.

1. Mescid-i Nebevî

Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden hemen sonra ashabıyla birlikte inşa ettiği mescittir. Buna Mescid-i Rasûl, Mescid-i Şerîf, Mescid-i Saadet de denir. Mescid-i Haram’dan sonra, Mescid-i Aksa gibi yeryüzünün en faziletli mescitlerindendir.Mescid-i Nebevî, hicretin Medine merkezinde sona erdiği noktada, Allah Elçisi’nin devesinin çöktüğü, Neccar oğullarından satın alınan bir arsa üzerine inşa edilmiş ve bitişiğindeki câhiliye döneminden kalma mezarlık kaldırılarak alanı genişletilmiştir. Mescit yapımına mü’minler işçi-usta olarak katılıyor, bizzat Allah’ın Rasûlü planlama ve organize yanında bir işçi gibi taş, kerpiç taşıyor ve şu beyitleri söylüyordu: “Allahım! Ahiret hayatından başka hayat yoktur. Ensara ve mühacirlere mağfiret et!”  Başlangıçta eni-boyu yüzer zira’ (1 zira’ 45 cm.) olmak üzere kare şeklinde inşa edilen mescide üç kapı konulmuştu. Hicretten onaltı ay sonra kıblenin yönü Beytullah yönüne çevrildiği zaman, güneydeki kapı kapatılarak, burası mihrap yapıldı ve kuzeyden bir kapı açıldı.

2. Hz. Peygamber’in Kabrini Ziyaret

İslâm’da, henüz kader inancının kökleşmediği ve câhiliye alışkanlıklarının devam ettiği dönemde kabir ziyareti yasaklanmış, ancak daha sonra serbest bırakılmıştır. Hadiste şöyle buyurulur: “Size kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Bundan böyle kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü bu ziyaret size ölümü hatırlatır.” Hz. Peygamber 632 M. yılında vefat edince, mescidin bitişiğinde bulunan, vefat ettiği evinin odasına defnedilmiştir. Daha sonra Hz. Ebûbekir ile Hz. Ömer de onun yanına defnedilmiştir. Mescid-i Nebevî büyütülürken, bu kabirler de ana duvarların iç kısmında kalmış, iç çevresi duvar ve demir parmaklıklarla ayrılarak ve üstlerine de kubbe yapılarak, mescitten ayrı bir görünüm verilmiştir. Medine’de kalındığı süre içinde, Mescidde mümkün oldukça kaza veya nâfile namaz kılınır, Kur’an okunur, dua, tesbih ve zikir yapılır.Medine’den ayrılacak olan ziyaretçi, son olarak Rasûlullah (s.a.s)’in kabrini ziyaret ederek vedâ eder. Uygun bir yerde, mümkünse Ravza’da iki rekât şükür namazı kılarak, saygı ile Mescid-i Nebevî’den ve Medine-i Münevvere’den ayrılır.

3. Kuba Mescidi

Kuba, Medine kenarında bir yerleşim birimidir. Hz. Peygamber, hicret sırasında Medine’ye girmeden önce, Kuba’da Amr İbn Avf oğulları yurdunda birkaç gün misafir kalmış ve orada Kuba Mescidi’ni inşa etmiştir. Mescidin yapımı için Kubalılar taş getirmiş, en büyük gayreti Ammar İbn Yâsir gösterdiği için, kendisine “İslâm’da ilk mescit bina eden kişidir” denilmiştir. Allah’ın Elçisi’ne de, aşağıdaki âyetle, o mescitte değil, daha önce kendisinin yaptığı mescitte namaz kılması bildirilmiştir. “..İlk gününden beri takva üzere kurulan mescit, içinde namaz kılmana daha uygundur. Çünkü orada temiz olmayı seven kimseler vardır, Allah da temizlenenleri sever.”  Temizlenme ile; maddi ve mânevî kirlerden arınma kastedilir. Takva mescidinin Medine mescidi olduğu da nakledilmiştir. Hadiste şöyle buyurulur: “Kim Kuba mescidine kadar gider ve orada namaz kılarsa, kendisi için umreye denk ecir olur.”  Allah Elçisi’nin Kuba Mescidi’ne her cumartesi günü gittiği ve orada iki rekât namaz kıldığı nakledilmiştir.

4. Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescit)

Medine’de bulunan bu mescidin özelliği, ilk kıble değişikliğine sahne olmasıdır: İslâm’ın ilk yıllarında namazlarda kıble olarak Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya doğru dönülürken, hicretten sonra 16. ncı ayda kıble, Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrilmiştir.
Kur’an-ı Kerîm’de bu değişiklik şöyle açıklanır: “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni sevdiğin kıbleye mutlaka çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey mü’minler! Siz de nerede olursanız olun, yüzlerinizi onun tarafına çevirin.”  “Nereye çıkıp gidersen git, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu elbette, Rabb’inden gelen bir gerçektir..”  Bu âyetler inince, namazlar Kâbe’ye doğru kılınmaya başlanmıştır. Öyle ki, bu hükmü bildirmek için, Benî Seleme Mescidi’ne giden bir sahâbî, cemaat ikindi namazının rukûunda iken gelmiş ve kıble değişikliğini bildirmişti. İmam namazı bozmaksızın, safları Mekke tarafına çevirmiş, geri kalan rekâtları yeni kıbleye doğru kıldırmıştır. Bir namazın içinde iki kıbleye birden dönüldüğü için, bu mescide “Mescid-i Kıbleteyn” (İki kıbleli mescit)” adı verilmiştir.Kıble değişikliğinin, Hz. Peygamber’in Benî Seleme Mescidi’nde misafir olarak bulunduğu bir sırada vuku bulduğu da söylenmiştir. İbn Ömer’in nakline göre, kıble değişikliği haberi, Medine’de diğer bir mescit olan Kubâ’ya ertesi gün sabah namazında ulaşmış, yüzleri Şam’a doğru olan cemaat, Kâbe’ye doğru dönmüşlerdi.

5. Baki Mezarlığı

Mescid-i Nebevî’nin doğu tarafında bulunan Baki Mezarlığı’nı ziyaret etmek müstehaptır. Hz. Peygamber’i görmüş, onun sohbetinde bulunmuş ve İslâm’ın yayılması için çaba harcamış bulunan on bin kadar sahâbe bu mezarlığa defnedilmiştir. Üçüncü halife Hz. Osman, Hz. Abbas, Hz. Âişe, Hz. Fatıma, Sa’d İbn Ebî Vakkas, Hz. Hasan gibi sahabe ile, İmam Mâlik gibi tâbiîlerden bir çok büyük zatlar bu kabristanlıktadır. Rasûlullah (s.a.s) ölüleri ziyaret etmek için Medine mezarlığına çıkar ve şöyle derdi:“Es-Selâmü aleyküm yâ dâre kavmin mü’minîn ve innâ inşâallahü biküm lâhikûne, es’elüllâhe lî ve lekümü’l-âfiyete” (Ey mü’minler yurdunun sâkinleri! Size selam olsun. Bizler de inşâallah sizlere kavuşacağız. Allah Teâlâ’dan bizim ve sizin için âfiyet, âhiretle ilgili korku ve sıkıntılardan kurtuluş dilerim.) İbn Abbas, Allah Elçisi’nin bir keresinde Medine kabristanlığına uğradığında, yüzünü kabirlere dönerek şöyle dediğini nakletmiştir: “es-Selâmü aleyküm, yâ ehle’l- kubûr! Yağfirullahu lenâ ve leküm. Entüm selefûnâ ve nahnu bi’l-eseri.” (Ey kâbirler ahalisi! Size selâm olsun! Allah bizi ve sizleri bağışlasın. Sizler bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan geleceğiz.) Baki mezarlığı açık olunca içine girerek, açık değilse dışarıdan ziyaret edilebilir. Ziyaret sırasında Allah Elçisi’nin yaptığı gibi selâm verilerek dua edilir. Dua niyetiyle okunacak kimi sûre ve âyetlerin sevabı burada yatanlara, bütün sahabelere, onları izleyen tâbiîlere ve bunları izleyen tebe-i tâbiînin ruhlarına bağışlanır. Kendimiz için de bu kutsal beldede yüce Allah’tan af ve mağfiret dileriz.
 

6. Hendek Savaşının Yapıldığı Yerler

Hz. Peygamber’in müşriklerle yaptığı en önemli savaşlardan birisi de, Uhud savaşından iki yıl sonra, hicretin 5 nci yılı Şevval (23 Şubat 627) ayında Medine’nin kuzeyinde cereyan etmiştir. Uhud’ta müslümanların gücünü tam olarak kıramayan Kureyş müşrikleri, Gatafan Kabileleri ve bunlara destek veren Kureyza Yahudileri 12 bin kişilik bir güçle Medine’ye saldırma kararı almıştı. Bu haberi alan Allah’ın Rasûlü derhal bir savaş meclisi topladı. Kenti savunma kararı alınınca, Selman-ı Fârisî’nin, “bizde bir şehir üstün güçlerle kuşatıldığı zaman daima çevresine bir hendek kazılır ve şehir bu şekilde savunulur” demesi üzerine, bu görüş benimsendi. Çünkü şehrin diğer tarafları dağ ve hurmalıklarla çevrili idi. Buna göre, şehrin dışa açık olan tarafına iki hafta süren çalışmalarla hendekler kazıldı.  Atla bile aşılamayacak genişlik ve derinlikte olan hendekten çıkan toprakların arkasına da sahabe birlikleri mevzilendi. Savaşabilecek müslümanların sayısı üç bin kadardı. 36 da at vardı. Uhud-Medine yolu üzerinden gelen birleşik güçler, hendek gerisinde mevzîlendiler. Önemli bir çatışma olmaksızın muhasara uzadı. Mevsimin kış oluşu, Medine’nin dışarısı ile irtibatının kesilmesi, yiyecek sıkıntısı doğurmaya başlamıştı. Bu arada Allah’ın Elçisi Gatafan kabilesi reisleri ile görüşerek Medine hurma gelirinin üçte biri karşılığında savaştan çekilmeleri teklifini yapmışsa da, Sa’d İbn Muaz ve Sa’d İbn Ubâde ile istişare sonucunda bu teklifinden vazgeçti.  Bu arada Kurayza Yahudileri de saldırmazlık antlaşmasını bozarak, düşmanın safına geçmişti. Ancak düşman safında iken gizlice İslâm’a giren Nuaym İbn Mes’ud es-Sakafî’yi, Kurayzalılar’la birleşik güçlerin arasını açmak için görevlendiren Allah’ın Elçisi, bunda muvaffak oldu.Bir ay süren kuşatmanın arkasından Cenâb-ı Hakk’ın yardımı görüldü. Çıkan soğuk bir rüzgâr tüm düşman çadırlarını yıkıyor, ateşlerini söndürüyor, atları ürküyor ve kendileri de toz toprak içinde kalıyordu. Bu durum düşmanı korkuttu ve savaşı bırakıp çekildiler. Ancak önceki anlaşmayı bozan Yahudiler de o bölgeden sürgün edildi. Aşağıdaki âyet ve devamı birkaç âyet bu olayla ilgili olarak inmiştir. “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani size ordular saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı görüyordu.” 

Yedi Mescitler:Hendek savaşının yapıldığı bölgede birbirine yakın küçük yedi tane mescit bulunmaktadır. Bunların Medine’ye gelenler tarafından ziyaret edilmesi âdet hâline gelmiştir. Bütün bu mescitlerde iki rekât tehıyyetü’l-mescit namazı kılınarak, ziyaretler sırasında ecir kazanıldığında ve tarihi olayları hatırlayarak ibret alındığında şüphe yoktur.

7. Uhud Şehitliği

Bu savaş, hicretin üçüncü yılında, Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında Uhud dağı civarında vuku bulmuştur. Bedir savaşında yetmiş ölü ve bir o kadar da esir veren Kureyşli’ler yakınlarının öcünü almak üzere harekete geçmiş ve 3000 kişilik bir askeri güçle Medine’ye yönelmişti. Aralarında Ebû Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe başta olmak üzere 14 de kadın vardı. Bunu haber alan Allah’ın Elçisi 1000 kişilik bir güç hazırladı ve Medine şehrini içerden savunmak istediğini bildirdi. Fakat özellikle Bedir savaşına katılamamış olan gençler, düşmanla dışarıda bir meydan savaşı yapmak istiyorlardı. Çoğunluğun isteğine uyan Allah Elçisi, zırhını giyip çıkınca, gençler görüş değiştirmek istemişlerse de; “bir peygamber zırhını giydikten sonra, artık savaşmadan geri dönmez” buyurarak, Uhud’a yöneldi. Bu arada münafıkların başı Abdullah İbn Übeyy, savunma savaşından vazgeçilmesini bahane ederek 300 kişilik gücünü çekmiş ve müslümanların sayısı 700’e düşmüştü. 

Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Hayır, onlar diridirler. Rab’leri katında rızıklanmaktadırlar.” Rivâyete göre bu âyet, Uhud şehitleri hakkında inmiştir. Hadiste şöyle buyurulur: “Şehitlerin ruhu yeşil kuşların içinde cennet sularından sulanır, meyvelerinden yer ve Arş’ın altında asılı altın kandillere gidip dinlenirler. Bu güzel nimetlerin tadını alınca; “Ne olurdu geride kalan kardeşlerimiz de bu nimetleri haber alsalar da savaşmaktan geri durmasalar!” derler.

8. Bedir Şehitliği

Bedir, Medine’nin 160 km. kadar güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 30 km. uzaklıkta, Medine- Mekke yolunun Suriye kervan yoluyla kesiştiği yerde bulunan küçük bir kasaba idi. Halkı, burada konaklayan kervanlardan hizmetleri karşılığında elde ettikleri parayla ve hayvancılıkla geçimlerini sağlıyordu. Hicretin ikinci yılı Ramazan ayında, Allah’ın Rasûlü, Ebû Süfyan’ın yönetiminde bir Kureyş ticaret kervanının Şam’dan dönmekte olduğunu haber aldı. Kervanın geliriyle müslümanlara karşı ordu hazırlayacaklardı. Kervan’ın önünü Bedir’de kesmek üzere 305 kişilik bir sahâbe ordusuyla Bedir yakınlarına gelen Allah’ın Elçisi, kervanın sahil yolundan uzaklaşıp Mekke tarafına geçtiğini öğrenmiş, ancak bu arada Mekke’de hazırlanan bin kişilik bir müşrik ordusu, Ebû Cehil’in komutasında Bedir’e yaklaşmıştı. Bu yeni durumda, ya kervan izlenecek ya da yaklaşan Kureyş ordusu ile savaşılacaktı. Sahabe, kendilerinden üç kat daha güçlü olan bir ordu ile çarpışmak için hazırlıklı değildi. İstişareler sonucunda, Nebî (s.a.s); “Kervan deniz sahilinden geçip gitmiştir. Şu Ebû Cehil ise bize yönelmiştir.” dedi. Ensardan Sa’d İbn Ubâde: “Ey Allah’ın Rasûlü! Sen emrine bak, onu uygula. Vallahi Aden’e gitsen, ensardan kimse geri kalmaz” dedi. Sa’d İbn Muaz da şöyle dedi: “Biz sana iman etmişiz, seni tasdik etmişiz. İstediğin yere git. Allah’a yemin olsun ki, sen bize şu denizi gösterip içine dalsan, bizden hiçbir kimse geri kalmamak üzere hepimiz birlikte dalarız. Biz savaş zamanında sabır ve sebat eden, düşmanla karşılaşınca da sadakatten ayrılmayan kişileriz. Haydi bizi Allah’ın bereketine doğru götür.” Bu duruma sevinen Hz. Peygamber: “Haydi yürüyün Allah’ın bereketine doğru. Size müjde veririm ki Allah, iki topluluktan birisinin sizin olacağını bana kesin olarak va’d etmiştir. Vallahi ben Kureyş müşriklerinin düşecekleri yerleri görüyor gibiyim.” buyurdu. Bu arada savaş taktiği olarak, Habbab İbn Eret’in tavsiyesi üzerine su kaynağını kontrol edecek bir yere mevzilendiler.

Düşmanla karşılaşınca, ikili çarpışmaların ardından yapılan genel savaş, müslümanların kesin zaferiyle sonuçlandı. Müşrikler Ebû Cehil başta olmak üzere yetmiş ölü verdi. Müslümanların kaybı ise 14 kişi idi. Yetmiş kişi de esir alınmış ve çeşitli ganimetler ele geçirilmişti. Esirlerden malî durumlarına göre, kişi başına 1000-4000 dirhem (5 dirhem bir koyun parası) kurtuluş fidyesi alındı. Bazı esirlerin karşılıksız olarak, okuma yazma bilenlerin de on müslümana okuma yazma öğretme karşılığında serbest bırakılmasına karar verildi. Hz. Peygamber şehitlerin namazlarını kılarak onları defnettirdi. Kureyş’in ölülerini de gömdürdü.Bedir savaşında, mü’minlere Yüce Allah tarafından önce bin melekle yardım sözü verilmişken, bu sayı Kürz İbn Cabir el-Muhâribî’nin de müşriklere yardım edeceği haberi üzerine üç bine çıkarılmış,  müslümanlar sabreder ve bu arada beklenmedik bir saldırıya uğrarlarsa yardımcı melek sayısının beş bine kadar çıkabileceği açıklanmıştır. Bu savaşa katılanların günahlarının bağışlandığı Allah tarafından bildirilmiştir.
BU ZİYARET YERLERİNİN DIŞINDA MEDİNE İÇ GEZİLERİDE YAPILMAKTADIR...!
GAMMAME MESCİDİ (bulut mescidi)
HZ. EBU BEKİR MESCİDİ
HZ. ÖMER MESCİDİ
ECDADIMIZIN EMANETİ TARİHİ OSMANLI TREN GARI 
VE BUNA BENZER ZİYARET YERLERİMİZİDE HOCALARIMIZ  EŞLİĞİNDE YAPILMAKTADIR...


 

MEKKE ZİYARET YERLERİ...!
 

1. Mescid-i Haram

Kâbe’yi çepeçevre kuşatan, etrafı kubbeli, ortası açık büyük mescit olup, bu alana Harem-i Şerîf, Mescid-i Şerîf, Beyt-i Haram veya Kutsal Mescit de denir. Yeryüzünde ilk inşa edilen mescit ve müslümanların kıblesidir. Mescidin ortasındaki üstü açık kısımda Kâbe, zemzem kuyusu ve Makam-ı İbrahim’le, tavafın yapıldığı alan bulunur. Bu kutsal alanın bütününe “haram” denilmesi, o alana saygı ve tazim göstermek gerektiği içindir. Bu yüzden orada kan dökmek, ağaç kesmek ve avlanmak haram kılınmıştır. Bu saygınlık için Kur’an’da şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! ..Rablerinin lütuf ve rızasını arzu ederek Beyt-i Haram’a doğru gelenlere saygısızlık etmeyin.” . “Allah Kâbe’yi, o Beyt-i Haram’ı insanlar için dirlik düzenlik nedeni kıldı..”  Buna göre, Mescid-i Haram’a saygı yanında, oraya ziyaret için gelenlere de saygı gösterilmesi istenmektedir. Diğer yandan saldırı olmadıkça Mescid-i Haram çevresinde savaş yapılması yasaklanmıştır. “Mescid-i Haram’ın yanında onlar, sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Eğer orada sizinle savaşırlarsa onları öldürün. İşte küfür ehlinin cezası budur.” Beyt-i Ma’mûr: Bayındır, bakımlı, hacılarla ve Allah’ın varlığı ile şenlenmiş ev demektir. Kâ’be veya yedinci gök katında Kâbe’nin üstünde, her gün yetmiş bin meleğin namaz kılıp tavaf ettiği yüce gök mescidi olup, bir kez tavaf eden meleğe kıyamete kadar ikinci bir tavaf sırası gelmez. Kâbe’nin her yıl 600 bin kişi tarafından ziyaretle ma’mûr kılınacağı, bu sayı eksik kalırsa meleklerle tamamlanacağı nakledilmiştir.

Tûr sûresinin ilk altı âyetinde Cenâb-ı Hakk’ın, üzerine yemin ettiği altı şeyden birisi de “Beyt-i Ma’mûr” (imar edilmiş, şenlenmiş ev) dir.

Mirac hadisinde şöyle buyurulur: “Sonra bana Beyt-i Ma’mûr gösterildi. Orayı her gün 70 bin melek ziyaret eder.”   Mutasavvıflar Beyt-i Ma’mûr’u “mü’minin kalbi” olarak niteler ve bakımlı oluşunu da ma’rifet ve ihlâsla açıklarlar.  İbn Abbas tefsirinde, Beyt-i Ma’mûr, Âdem (a.s)’ın inşa ettiği, Nûh tufanından sonra, gökyüzünün altıncı katına kaldırılan bir mescit olarak tanımlanır.

2. Ten’îm ve Mescidi

Mekke ile çevresinde, sınırları ilk olarak Cebrâil (a.s)’ın rehberliğinde Hz. İbrahim tarafından belirlenmiş ve Hz. Peygamber tarafından yenilenmiş olan saygın ve güvenli bölgeye “Harem bölgesi” denir. Bu bölgede oturanlara Mekkî (Mekkeli) denir. Bu bölgenin sınırları Kâbe’ye eşit uzaklıkta değildir. En yakını Mekke’ye 8 km. mesafede Medine yönünde “Ten’îm”; en uzak olanları ise Tâif yönünde “Ci’râne” ve Cidde yönünde Hudeybiye yakınlarındaki “Aşâir” dir. Diğerleri ise, Irak yolu üzerinde “Seniyyetü’l-Cebel”, Yemen yolu üzerinde “Edâtü libn” ve Arafat sınırında “Batn-ı Nemîre” dir. Harem bölgesi ile uzaktan Mekke’ye gelenlerin ihrama girme yerleri olan mîkatler arasında kalan alana “Hil bölgesi” denir. 

3. Akabe Bey’atlarının Yapıldığı Yer

Akabe, sözlükte “sarp yokuş, geçilmesi zor dağ yolu, tehlikeli geçit” anlamlarına gelir. Hz. Peygamber’in 621-622 M. yıllarında Medine’den ilk müslüman olanlarla görüştüğü yerin adıdır. Mekke’ye üç km. kadar uzaklıkta Mina ile Mekke arasında bir yerdir. Hz. Peygamber hac mevsiminde Mekke’ye gelenlere İslâm’ı tebliğ etmeye çalışıyordu. Peygamberliğin onbirinci yılında 6 Medineli müslüman oldu. Ertesi yıl, 1. Akabe beyatı denilen görüşmede bu sayı 12’ye çıktı. Bunlar Hz. Peygamber’e; kendisini her şart altında destekleyip itâat edeceklerine, ona hiçbir hayırlı işte karşı çıkmayacaklarına, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyeceklerine, Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, iftira etmeyeceklerine dair söz verdiler.  Medine’ye dönerken Mus’ab İbn Umeyr’i de İslâm’ı öğretmek üzere yanlarında götürdüler. Bir yıl içinde Evs ve Hazrec arasında İslâm yayıldı. Buyurdu ki: “Rabb’im için şartım; ona ibadet etmeniz ve ortak koşmamanızdır. Kendim için şartım; canlarınızı ve mallarınızı savunduğunuz gibi beni de savunmanızdır.” Yine sordular, “Böyle yaparsak bize ne var?” “Cennet.” Bunun üzerine: “Ne kârlı alış-veriş! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz” dediler. Aşağıdaki âyet bunlar hakkında inmiştir.

“Şüphesiz ki Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar; öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da verdiği gerçek bir sözdür. Allah’tan daha çok, sözünü yerine getiren kim vardır? O halde O’nunla yaptığınız bu alış-verişinizden ötürü sevinin ! Gerçekten bu en büyük başarıdır.” Bey’attan sonra Rasûlullah (s.a.s) Evs kabilesinden 3, Hazrec’ten 9 kişi olmak üzere 12 nakîb (birlik başkanı) seçti ve Es’ad İbn Zürâre’yi de nakîbü’n-nükebâ (nakîblerin başkanı) yaptı. Bunlardan her biri bir kabilenin reisi idiler. Böylece Medine site devletinin temeli atılmış oluyordu.

4. Hira-Nur Mağarası

Hz. Peygamber’e ilk vahyin geldiği mağara olup, Mekke’nin 5 km. kadar kuzeydoğusundaki Hira dağının üst kısmında bulunur. Hira “araştırma” anlamına gelir. Bu mağara dar ve uzun, doğal ve kapısı Kâbe’ye yöneliktir. İlk vahyin geldiği yer oluşu yüzünden buraya “Cebelü’n-Nur (Nur Dağı)” da denir. Hz. Muhammed özellikle 35 yaşlarından sonra Mekke’nin bir takım sıkıcı sosyal olaylarından kurtulmak ve Allah’ın yüceliğini tefekkür etmek üzere bu mağaraya çekilirdi. İşte bir Ramazan ayında böyle bir inziva sırasında kırk yaşlarında bulunduğu sırada kendisine, Cebrail (a.s) gelerek elçi ve peygamber seçildiğini bildirmiş, abdest almayı ve namaz kılmayı öğretmiş ve Alak sûresinin ilk beş âyetini vermiştir. Hz. Peygamber, peygamberliğinden sonra da kimi zaman Hira dağına gitmiştir. Meselâ bir keresinde ashâbından bir grupla Hira’nın zirvesine çıkmış, bu sırada dağ sarsılıp sallanmaya başlayınca şöyle buyurmuştur: “Sâkin ol, ey Hira! Şu anda senin üzerinde bulunanlar ya bir peygamber, ya bir sıddîk, ya da bir şehittir.” Ebû Hüreyre’nin rivayetinde, o gün Hira dağı gezisinde Nebî (s.a.s)’den başka Ebûbekir, Ömer, Osman, Alî, Talha İbn Zübeyr ve Sa’d İbn Ebî Vakkas (r.anhüm)’ün bulunduğu bildirilmiştir. Hira dağında susuzluk yüzünden ot ve ağaç yok gibidir. Sadece çok az miktarda dikenli çalılar görülür. Mağara bugün de mevcut olup, hac ve umre yapanların ziyaret ettiği yerlerdendir. 

5. Sevr Mağarası

Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında, Hz. Ebûbekir ile birlikte müşriklerden gizlendikleri ve üç gün süreyle saklandıkları mağaradır. Sevr dağı, Mekke’nin güney tarafında ve 5 km. uzaklıktadır. Sevr birçok tepeden oluşan bir dağdır. Bu dağda pek çok irili ufaklı mağara vardır. Hz. Peygamber’in hicret sırasında sığındığı mağara diğerlerinden farklıdır. Şöyle ki, bu mağara gizlenmeye elverişli olup, kayadan yontularak yapılmış bir mağarayı andırır. Ön ve arkasında delikleri vardır. Bunlar mağaranın alt kısmındadır. Bu yüzden mağaraya eğilerek veya sürünerek girilebilir. Mağaranın içinde olanlar, dışarıda dolaşanın ayaklarını görebilir, fakat dışarıda olanlar içeridekileri göremez. Hz. Peygamber 610 M. yılında Mekke’de baskıların artması ve Akabe bey’atlarında Medineli müslümanların daveti üzerine hicret emri vermiş ve müslümanlar gruplar halinde hicret etmeye başlamıştı. Bu durumu ilerisi için riskli gören Kureyş ileri gelenleri bunu önlemek için kanlı bir plân hazırlamışlardı. Kur’an’da bildirildiğine göre, Hz. Muhammed ya tutuklanacak, ya sürgün edilecek, ya da öldürülecekti.  Onlar üçüncü şıkta karar kılarak, kabilelerden birleşik bir çeteye ölüm emrini verdiler. İşte bunu Cebrail (a.s) vasıtasıyla haber alan Allah’ın Rasûlü, öldürüleceği gece kendi yatağında Hz. Ali’yi bırakmış, eline aldığı bir avuç toprağı saçarak ve Yâsin sûresini okuyarak evden çıkmıştı. Düşman onun çıkışını görmemişti. Çünkü okuduğu sûrenin bir âyetinde şöyle buyruluyordu: “Biz onların önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık görmezler.”
Aynı gece, Hz. Ebûbekir’le birlikte yola çıktı ve izleneceğini bildiği için de Medine’ye ters yönde bulunan Sevr mağarasına sığındı. Üstelik bu dağın hemen eteğinde Âmir İbn Füheyre’nin koyunlarını otlattığı bir otlak vardı. Âmir (r.a) geceleri süt ve yiyecek getiriyordu.

Mağaraya ilk olarak girip temizlik yapan Hz. Ebûbekir, yılan vb. zararlıların çıkmaması için üzerindeki örtüyü yırtarak delikleri kapatmış ve Hz. Peygamber’i çağırmıştı. Ancak son deliğe bez yetmediği için, onu da çıplak ayağı ile kapatınca bu delikten gelen bir yılan Hz. Ebûbekir’in topuğunu ısırmıştı. Yorgun olan Allah Elçisi, dostunun dizine başını dayayarak uyuyakalınca, acıdan dökülen gözyaşları Rasûlullah’ı uyandırdı. Allah Elçisi durumu öğrenince, kendi tükrüğünü ilaç olarak ısırılan yere sürdü. Bir süre sonra ayağı tamamen iyileşti.

Yine mağaranın giriş kısmına bir örümcek ağ örmüş ayrıca iki güvercin de hemen yanıbaşında bir çalı üzerinde yuva yapmıştı. Hz. Peygamber ve Ebûbekir’i izleyen Mekke’li müşrikler mağaraya ulaşmadan önce bu kuşlar bir de yumurtlamışlardı.

Bir ara yakalanma korkusu ile endişelenen Hz. Ebûbekir’e, Allah’ın Elçisi şöyle buyurdu: “Ey Ebûbekir! İki kişinin üçüncüsü Allah olunca sen ne olacağını sanıyorsun?” Mağaradaki bu durum Kur’an-ı Kerîm’de açıklandı. Mağarada kalınan üç gün süreyle şehirde olan bitenle ilgili haberleşmeyi, geceleri Ebûbekir’in oğlu Abdullah sağlıyordu. Dördüncü günün sabahı Âmir ile, kılavuzluk için kiralanan Abdullah İbn Ureykıt, beraberlerinde iki deve ile mağaraya geldiler. Böylece dört kişiden oluşan küçük kervan Medine’ye hicret yolculuğuna başladı.